YAŞAR AVUNÇ
ÇEVİRİ SERÜVENİM
Çeviri hevesi bende lise öğrencisi olduğum yıllarda başladı diyebilirim. Maupassant’ın “Jules Amcam” adlı öyküsünü çevirmiştim (1946); çeviri lisenin duvar gazetesinde yayımlanmıştı. İlk çevirmenliğim Jean Anouilh’in Antigone adlı oyununu çevirdiğim 1972 yılına rastlar. O sıralar bankacılık mesleğimi sürdürüyordum, bu çeviriyi de bir anlamda “hatır” için, yayımcı ve yazar dostum Kemal Demirel’in isteği üzerine yapmış, ancak bir sürprizle karşılaşmıştım. Şöyle ki: Kitap Oluş Yayınları’ndan çıktığında ön kapakta ve ilk sayfada yazar adı “Sofokles” olarak basılmıştı! Bereket versin, piyasaya sürülmeden ciltler bozuldu, gerekli düzeltmeler yapıldı. Antigone’u daha önce Orhan Veli elbette çok güzel çevirmişti. Anısı önünde saygı ile eğiliyorum.
Gerçek anlamda profesyonel çevirmenliğe ise 1990 yılında, emekli olduktan sonra adım attım. Sevgili Ataol Behramoğlu ile tanışmıştım; Simavi Yayınları’nı yönetiyordu; onun isteği üzerine, bu yayınevi için, 1990 yılı Médicis ödülünü kazanan Jean-Noël Pankrazi’nin Les quartiers d’hiver adlı romanı çevirdim; kitap Kış Geceleri başlığıyla 1991 yılında yayımlandığında 64 yaşındaydım; geç başladım çevirmenliğe; şimdi 80 yaşındayım, ama bu işi hâlâ sürdürüyorum. Bugüne değin, Simavi’den başka Cem, Can, İnkılâp, Ayrıntı Yayınları için çevirdiğim basılmış kitapların sayısı 32; çevirmiş olduğum, ancak henüz basılmamış iki kitabım var; bunlar İş Kültür Yayınları’ndan çıkacak: Jean-Jacques Rousseau’nun Emile’i ve Balzac’ın daha önce Türkçeye çevrilmemiş Evde Kalmış Kız adlı romanı.
Kitaplarını çevirdiğim yazarlar arasında özellikle Jean Anouilh, Henri Bergson, Witold Gombrowicz, Jean Baudrillard, Michel Leiris, Jean Genet, Georges Bataille, Michel Tournier, Antoine de Saint-Exupéry, Jean-Jacques Rousseau ve Honoré de Balzac bulunuyor.
İyi çeviri nasıl olmalıdır? Böyle bir soruya benim bir “alaylı” çevirmen olarak yanıt vermem bir hayli güç, çünkü çeviri bugün yöntemleri, kuramları, uygulamaları ile bir bilim dalı durumunda; ancak bu konuda kişisel görüşümü kısaca açıklayayım: Çevirmen kaynak dil ile amaç dili iyi bilmeli, ama iyi de kullanabilmeli; yoksa iyi çeviri yapamaz. Daha önce bir iki dergide yayımlanan yazılarımda değerli Fransız yazar ve çevirmen Michel Tournier’nin çeviri konusundaki görüşlerini aktarmıştım; bunları yeniden aktarmakta yarar görüyorum. Bir yayınevinde sorumlu olduğu sırada para sıkıntısı çeken bir dostu kendisine başvurur. Michel Tournier şöyle diyor: “Ona neden çeviri yapmıyorsunuz, diye sordum. İngilizceyi çok güzel konuşuyorsunuz Fransızcayı da çok iyi konuşuyor ve yazıyorsunuz. Bakın, size Fransızcaya çevirmeniz için bir İngilizce kitap vereceğim. Bana: Pekâlâ, neden olmasın, dedi. Çevirisini getirdiğinde, gördüm ki okunmaya değmezdi. İngilizceyi, Fransızcayı çok iyi biliyordu, ama çeviri yapmayı bilmiyordu. İngilizceden Fransızcaya geçmeyi öğrenmemişti; İngilizce, Fransızcasını bozmuştu.” Michel Tournier’nin de pek güzel belirttiği gibi, kaynak dille amaç dili çok iyi bilmek de yeterli olmuyor; önemli olan her iki dili de iyi kullanmaktır. İyi kullanmazsanız çeviriniz, “çeviri kokar”. Bu pis bir koku gibidir, tedirgin edicidir, mide bulandırıcıdır. Nasıl iyi kullanacaksınız? Burada anlam yanlışları, biçem sorunları devreye giriyor. Her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum: Çeviri sorumluluk ister. Çevirmen yazara karşı olduğu kadar okura karşı da sorumludur. Bir çeviri “etiği”nden söz edilebilir. Burada çeviri ile ilgili ünlü İtalyan özdeyişini anımsatayım: Traduttore, traditore. Bir gerçek payı taşıyan bu özdeyişe bakılırsa, her çevirmen yazara ihanet ediyor, ama öyle mi? Çeviride tam bir biçimsel ve biçemsel eşdeğerlilikten söz etmek doğru olmaz. Sadık çeviriden çok güzel olması istenemeyeceği gibi, güzel çeviriden de çok sadık olması beklenemez diyenlere katılıyorum.
Michel Tournier söz konusu söyleşide bir başka anısını anlatıyor: Romalı bir şair, aynı zamanda çevirmen olan Maria Luisa Spaziani adında bir dostu bir gün kendisine telefon edip Flaubert’in Madam Bovary adlı romanını İtalyancaya çevirmekte olduğunu bildirerek, özgün metinde pek iyi anlayamadığı bir tümce hakkında açıklama istiyor. Romanda şöyle bir tümce vardır: ”Aristokrat aile kadınlarının eldivenlerini bardaklarının üstüne koymadıklarını saptadı (Madam Bovary).” Bir ziyafet masası söz konusudur. Michel Tournier de bu tümceyi pek anlamaz ve annesinden yardım ister.Küçük burjuva bir aileden gelen çok yaşlı anne, o zamanlar, küçük burjuva kızların bir aristokrat aile davetine gittiklerinde, servis yapılırken, kendilerine içki verilmesini önlemek için, eldivenleriyle boş bardakların üstünü kapattıklarını söyler. Bu örnek, çevirmenin çevirdiği metni iyi anlamasının, çeviride titiz davranmasının ne kadar önemli olduğunu belirtmesi bakımından kayda değer. Kısacası, çevirmen aynı zamanda araştırmacı olmalı, gerektiğinde sözlüğe, ansiklopediye, internete, “bir bilene” baş vurmaktan kaçınmamalıdır.
Çevrilmesi güç yazarlar vardır. Bunlardan biri de Fransız yazar Céline’dir. Bu yazarın ünlü Gecenin Sonuna Yolculuk adlı kitabını çeviren değerli genç çevirmen Yiğit Bener, çeviri sırasında, Céline uzmanı profesör Henri Godar ile karşılaştığı güçlükler konusunda ilişki kurduğundan söz ediyor. Ne iyi yapmış! Çevrilmesi güç sayılan başka iki Fransız yazar da Jean Genet ve Jean Baudrillard’dır. Ben de Jean Genet’nin Hırsızın Günlüğü ve Çiçeklerin Meryem Anası romanlarını çevirirken, bir iki kez, İstanbul’da tanıştığım Jean Genet uzmanı Albert Dichy’ye başvurmuştum.“Amerika” adlı kitabını çevirdiğim Jean Baudrillard İstanbul’a geldiğinde, bir kokteyl sırasında, beni kendisine “Genet çevirmeni” diye tanıştırdılar. Bana şaka yollu ”Ama Genet’yi çevirmek, Baudrillard’ı çevirmekten daha güç değil mi?”diye bir soru yöneltti, ben de “Bana kalırsa siz de güç çevrilen yazarlar arasında Genet’den aşağı kalmıyorsunuz”diye karşılık vermiştim.Gülüşmüştük.
Şiir çevirisine gelince, Fransızcadan Türkçeye hiç çeviri yapmadım, ancak Türkçeden Fransızcaya çevirdiğim şiirlerin sayısı 150’yi geçti. Bunlardan bir bölümü Türkiye’de Metis Çeviri adlı dergide, Fransa’da “Europe” ve “Anka” adlı dergilerde, l’Humanité gazetesinde, “Paristanbul-Paris et les écrivains turcs au XX.e siècle” adlı kitapta (L’esprit des péninsules Yayınevi, Paris, 2000) yayımlandı. Şiirlerini Fransızcaya çevirdiğim kimi şairler şunlar: Yahya Kemal, Nazım Hikmet, A.Muhip Dranas, O.Veli Kanık, M.Cevdet Anday, Behçet Necatigil, Salâh Birsel, Can Yücel, Cemal Süreya, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu, Tuğrul Tanyol, Attilâ İlhan, Sunay Akın, Güven Turan, Müslim Çelik, Küçük İskender.
Şiir çevrilebilir mi, çevrilemez mi konusu hep tartışılır; şiirin çevrilmezliğine inananlar haklı mıdır? Ancak şiir yüzyıllardır çevrildiğine göre, şiir çevirisi gerçekliğini benimsemek gerekiyor. Baudelaire’i, Tagor’u, Young’ı ya da Mayakovski’yi tanımak istiyorsam, bu ozanların yazdıkları dili bilmek zorunda mıyım? Elbette, hayır. Burada iyi çeviri, kötü çeviri sorunu ortaya çıkıyor. Çevirmen hangi ölçü, kural ya da ilkelere göre şiiri çevirip iyi ya da kötü çeviri yapacaktır? Çeviri şiirin özgün şiir olmadığını söylemeye gerek yok.Şiirin yalnızca şiir olduğunu söylemek de gereksiz. değil. Her şiirde, bilindiği gibi, en azından anlaşılabilir ya da duyumsanabilir anlam, imgeler ve müzikten oluşan bir üçlü, ayrıca sesli yapılar, uyum, melodi, ritm, lirizm, kimi zaman da uyak ve ölçü vardır. Öyleyse şiir çevirmeni tüm bu öğeleri çevirisine ne ölçüde aktarabilir? Şaire ne ölçüde bağlı kalacaktır? Bu sorulara tam yanıt vermek güçtür. Değerli şair Melih Cevdet Anday “Çeviri Şiir” başlıklı bir yazısında “Çeviri şiir çevrildiği dilde şiir tadı veriyorsa” diyor, “iyi çeviri, hatta iyi şiir sayılır; böylece çevirmen bir ölçüde kendisini silmiş,okuru özgün şiirle başbaşa bırakmış olur. Ama bu başarılı sonuca varmak için çevirmen, özgün yapıtın biçimine ne kerte bağlı kalmıştır? Bunu ancak özgün yapıtla çeviriyi karşılaştırmakla anlayabiliriz ki bu yorgunluğa hiçbir okur katlanmaz...”
Öyleyse şiir çevirisinde çevirmenin yeteneği, “yetkisi” söz konusudur. Özgün metne yakın olmalı, bu metnin hem sözünü hem de ruhunu belli bir ölçüde yansıtmalıdır. Çevirmen kendisini yürekli bir şövalye gibi görmemeli, her şiiri çevirmek hevesine kapılmamalı, özgün metne kendisini yakın hissetmeli, çeviriye başlamadan önce ozanla ilişkiye girebileceğine inanmalıdır.
Şiir çevirmek için ille de şair mi olmak gerekir? Bu soruya şöyle yanıt verilebilir: Hayır, ille de şair olmak gerekmez; şair de şiir çevirebilir, iyi çeviri de yapabilir, ancak şairliğinin dozunu çeviriye “fazla”katıp, özgün metinden “fazla” uzak kalmamalıdır.
Türk şiirinin Fransızcaya çevrilmesi konusuna gelince, yukarıda sözü edilen şiir çevirisiyle ilgili güçlüklerden ayrı olarak, Türk dilinin fonetik, morfoloji ve sentaks açısından Fransız dilinden çok uzak bulunması, bu tür çeviriyi daha da güçleştirmektedir. Hele çevirmen çevirisini Türkçe düşünerek yapmış, Fransızcadan uzaklaşmışsa, “foyası” büsbütün ortaya çıkmış olur. Kanımca Türk şiirinin başka bir yabancı dile çevrilmesinde de bunlar söz konusudur.
Ben içimde bir çeviri virüsü taşıyorum! Bu virüsten kurtulmak da istemiyorum. Yaşım 80, ama sağlığım şimdilik yerinde; kendi kendime “daha nice çevirilere...” diyorum. Siz ne dersiniz?
YAŞAR AVUNÇ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder