Yusuf Eradam ile Söyleşi

SÖYLEŞİ

Yusuf Eradam

Eğitim durumunuz?
Doktora ve sonrası… emekli olmuş kıdemli profesör.

Çeviri eğitimi aldınız mı?
Evet. Darüşşafaka Lisesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciliğim sırasında.

Nasıl bir sosyal çevrede yetiştiniz?
Gelir düzeyi çok düşük olan bir çevrede. Babam işçiydi. Yatılı okuldaki baskıcı ve disiplinci bir idarecilik ama bugün üniversitelerde bile olmadığını iddia edebileceğim kaliteli öğretmenlerden dersler aldığımız bir Darüşşafaka ve daha sonra da Hacettepe’dir öğretimimde gurur ile sözünü etmek istediğim kurumlar.

Ne zamandan beri çeviri işiyle uğraşıyorsunuz?
“Uğraşmak” sözcüğünü “yaptığınız çevirilerin yayımlanmaya başlaması” olarak yorumlarsak 1981’den bu yana. Ama İngilizce öğrenmeye başladığım 1965 yılından beri kafam iki dilde dönüp duruyor.

Hangi dilden çeviriler yapıyorsunuz?
İngilizce’den. Fransızcam orta düzeyde.

Ne tür çeviriler yapıyorsunuz?
Şiir, öykü, nadiren deneme, bilimsel inceleme ve roman.

Şimdiye kadar kaç kitap, şiir ya da öykü çevirdiniz?
Çok sayıda çevirdim ve düzeltisini yaptım, fakat yayımlanmış kitap olarak sayarsak galiba yakında yayınlanacak olanı da sayarsam yedi kitap etmiş.

Çevirdiğiniz yapıtları ya da yazarları nasıl seçiyorsunuz? Kişisel tercihlerinizden mi yola çıkıyorsunuz? Yoksa yayınevinin istediği yazar ve kitapları mı çeviriyorsunuz?
Kişisel tercihlerim ön plandadır, ama nadiren yayınevi ya da bir dostun tavsiye ettiği kitabı okuduktan sonra çevirmezsem mutsuz olacağımı anlarsam çevirmişimdir.

Çeviri anlayışınızın kısa, genel bir tanımını yapar mısınız?
Söyledim 8inci sorunun yanıtında. Beni mutlu edecek bir yapıt olmalı, zamanımı boşa harcadığıma inanmamalıyım, gerek bana, gerekse içinde yaşadığım dünyaya yararlı olduğuna inanmam gerek, yarar derken de para değil kastettiğim. Bu yüzden de, daha sonra popüler olup çok satan birkaç kitabı çevirmeyi reddetmişimdir. Hatta telifi alınmasın demişimdir. Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten buna bir örnektir. Toni Morrison, Nobel almadan yıllar önce önermişimdir bu yazarın kitaplarının telifini alın, büyüyecek diye…

Çeviri yaparken sizce hangisi daha önemli, “Birebir çevirmek mi”, “Anlamın aktarılması mı”? Hangi koşullarda serbest veya bağlı çeviri yapılmalıdır?
Belli amaçlar dışında, anlamın doğru ve denklik ilkelerine uygun çevrilmesidir, erek dilde yeniden yaratılmasıdır benim çeviriden anladığım. Nasıl deriz Türkçe’de, nasıl derler İngilizce’de diye düşünürüm başlangıcında. Sonra diyelim uyak, diyelim yazarın biçemi ya da belliyse okuyucu kitlesi vb. birçok başka unsur devreye girer etkilemek ya da yönlendirmek için çeviriyi. Bence istediğiniz derecede serbest çeviri yapmak çevirmenin “etik” duruşuna ve gereksinimlerine göre değişir… Kendisine, yapıta ihanet etmediğine inanma derecesi de farklı farklıdır. Bu meselenin bir çözümü, tek bir yanıtı olduğunu sanmıyorum, derin meseledir. Örneğin ideolojik duruşunuz ile değiştirebiliyorsunuz metni. Yazarın niyeti olmayan bir yöne gidebiliyor yapıt. Son çevirdiğim yapıt, The Pillowman (Yastıkadam) adlı oyunda öldürülen çocukların hepsi Yahudi mahallesinden. Şimdi öyle çevirip oynatmanın alemi yok. Oyun harika, 2004 yılında Lawrence Olivier ödülü almış değerli bir yapıt, her şeyden önemlisi yaratıcı insanlara yapılan işkence konusunu ciddi bir felsefi tartışma halinde sunuyor. Burada, Yahudi yanlılığı ya da düşmanlığı yapmanın yapıtın evrensel yanlarını zedeleyeceğini, ya da Yahudi/Musevi düşmanlığını baki kılmak yolunda yahut da bu düşmanlığın bellekten silmemek adına herhangi bir çalışmada emeğimin geçmesini istemediğim için mahalleyi “Öteki” mahalle yaptım. Her ülkenin, her tarihsel dönemin “ötekileri” farklı olabilir. İllet “ötekileştirmektir, antagonizma tuzağıdır” bana göre. Böylesi, etik, ideolojik ya da ticari kaygılar ile yapıt farklılaşarak çevrilebilir.

Çeviri yaparken genellikle karşılaştığınız güçlükler nelerdir? Çevirinin temel sorunu, yani denklik ilkesi, nasıl çevirirsem özgün metne asgari ihanet etmiş olurum acaba? İkinci olarak da, kültürel farklılıklardan Türkçe’de ya da erek dilde bulunmayan sözcükler, jargon ya da terminoloji. Beyzbol terminolojisi ya da Türkçe’ye özgü ikilemeler vb. gibi.
Amaç dilde karşılığı olmayan sözcük, olay, biçem ve söylemleri nasıl aktarıyor sunuz? Bir örnekle açıklar mısınız? Denklik ilkesine bağlı kalarak ve çeşitli başka endişeler güderek karar veririm. Eserin metinsel bütünlüğünü zedelemeden bir karşılık bulmaya çalışırım. Bizde olmayan spor terimleri, örneğin beyzbol gibi bir oyunun terimleri oluşturulurken ya da daha önce sözünü ettiğim siyasi yanlış anlamalara yol açmasın diye Yahudi mahallesine “Öteki” mahalle deyişim örnek olabilir. Deyimler ve atasözlerinde de kültürel farklılıklar yüzünden sözcüğü sözcüğüne çeviri yapılması olanaksız olabilir, bu durumda da denklik ilkesine göre bir karşılık bulunur.
Bir edebi eserin çevirisinde hangi yöntemi yeğlersiniz? “Yabancılaştırma mı”, “Yerlileştirme mi”? Duruma, amaca göre değişir bu kararım. Bazen üçüncü, dördüncü bir yol da olanaklıdır. Can Yücel’in “A Midsummer Night’s Dream” çevirisi (Bahar Noktası) bir çeviri başyapıtı olarak da kabul edilebilir. Fakat, özellikle sahnede izlediğimde fark ettim ki usta çevirmenin yetmişine merdiven dayamışken yaptığı bu çeviri çevirmenin o yaşının gereği bir Osmanlıca ve deyimsel bir dil bilgisini gerektiriyor ve oyunun kişileştirmesine aykırı düşebilecek bir dil örneğin genç karakterlere fazlasıyla büyük bir dil görünüyordu. Genç bir karakterin o dili bilmesi ve yerli yerinde kullanması olanaksızdır. Çeviri, bir metin olarak başyapıt gibi görünse de, sahnede başlı başına ayrı bir karakter gibi karakterlere üstünlük sağlayan bir yaratık gibi de durabiliyordu. Ama Can Yücel usta kadar olmasa da yerlileştirmeye yakın, bizden bir dil ve biçemi yeğlerdim. Fakat Ullysses gibi bir yapıt ise İrlanda kültürüne, İngilizce’nin İrlanda coğrafyasında kullanımına ve biçem kendine özgülükleri yüzünden yabancılaştırma kullanılarak çevrilmesi belki de daha doğru olmuştur. Nitekim çevirmen de İrlandalı bir eşe sahip, o kültüre vakıf biri olmuştu. Yerinde bir çevirmen seçimiydi bana göre. Çeviri tartışılabilir olsa bile. Elimizi vicdanımıza koyup, ben daha iyi çeviremezdim diyebildiğimizde işte, yabancılaştırma ya da yerlileştirme yöntemleri yerini bulmuş demektir.

Kaynak ve amaç dilin kültür, toplum ve tarih değerlerini yeterince tanıyor musunuz? Tanıyorsam çeviriyorum, ya da bilmediğim yerlerde çalışıyor, öğreniyorum, bilmediğim alanlarda bilgi ediniyorum. Çevirmen, iyi bir okuyucu da olmalıdır.
Kaynak ve amaç dilin gelişim ve değişimleri hakkındaki bilgilerinizi güncellemek için neler yapıyorsunuz? Okuyorum, yeni gelişmeleri izlemeye çalışıyorum. Dilin gelişim ve değişimlerinden haberdar olurken iki dilde düşünüp çözümler bulmaya çalışıyorum. Yeni duyduğum bir ifade ya da deyimi nasıl çevirirdim diye düşünürüm.

Hangi Türkçe/yabancı televizyon kanallarını ve hangi Türkçe/yabancı gazeteleri takip ediyorsunuz?
Radikal, Cumhuriyet ve çeşitli dergileri takip ediyorum. Digitürk’ten sinema kanallarındaki filmleri izleyip güncel İngilizceyi izlemeye çalışıyorum. İzlerken mutlaka özgün dilinde ve altyazı varsa Türkçe izliyorum. Fransızca bilgimi de taze tutabilmek için Fransızca filmleri, İngilizce alt yazı ile izliyorum.

Yurtdışında ne kadar kaldınız? Yurtdışına ne kadar sıklıkla gidiyorsunuz?
Düzenli bir sıklık yok. Gerek oldukça gidiyorum yurtdışına. İki kez hocalık nedeniyle olmak üzere dört kez Amerika, iki kez İngiltere, Fransa, İrlanda, İtalya gibi ülkelere gittim. Her seferinde en çok dört ay kadar kalabildim. Yurtdışı benim için yalnızlık ve mutsuzluk dönemleri olmuştur. Kendi dilim ve kültürüm içinde yaşamayı yeğliyorum.

Çevirmenlerin tercüme için uğraştıkları dilin edebiyatını bilmeleri gerekir mi?
Edebi çeviri yapıyorlarsa evet. Edebiyat tarihi bilgisinden çok edebi akımlar, biçemler, dilin farklı kullanımlarına vakıf olmalılar.
Yazarın biçemi, sizin çevirmen olarak biçeminizi de bir ölçüde belirliyor ya da etkiliyor mu? Kuşkusuz etkiler. Özellikle tümce yapıları. Emily Dickinson’un örneğin, tek tümceden oluşma bir şiirini yine tek tümce halinde çevirmeye çalışmak gerekir ve bu ciddi bir dil disiplini, bilgisi ve cesareti gerektirir. Biçeme bu anlamda sadakat şarttır.

Kaynak dildeki iletişimsel etkinin amaç dilde uyandırılması için neler yapıyorsunuz?
Anlaşılır olmaya, yaşayan Türkçeye yakın bir dil kullanmaya çalışıyorum. Türkçe’den İngilizce’ye yaptığım örneğin şiir çevirilerinde ise en büyük sıkıntıyı sözcük seçimlerinde (diction) yaşıyorum. İyi bir “thesaurus” kullanmaya gayret ediyorum ve şiir dili yerine şarkı sözlerine yakın bir dil ortaya çıkarmamaya gayret ediyorum.

Metinde sunulan dünyanın sizin düşüncenizde somutlaşamaması durumunda ne gibi sorunlar ortaya çıkıyor? Nasıl çözümler getiriyorsunuz?
O metnin tonu, havası amaç dilde ona en yakın nasıl çevrilebilir diye düşünüyorum bu kez. O dilin bir uzmanına, uzman bir native speaker’a soruyorum, onunla oturup bu metnin benim kafamda da somutlaşmasını sağlamaya çalışıyorum. Metnin sahibi hayattaysa, kendisine metni biraz açıklamasını rica ediyorum. Bir Amerikalı arkadaşımla Behçet Aysan’ın bir şiirin çevirirken bir dizenin çevirisi bir önceki dizeye aitse başka türlü, sonrasında gelene bağlı ise başka türlü bir çeviri çıkıyordu. Ama rahmetli Aysan, kendisine o dizenin nereye ait ve bağlantılı olarak çevirmemizi istediğini sorduğumuzda, kararı bize bırakmıştı bütün alçak gönüllüğü ile, “Nasıl anlıyorsanız” diyerek.

Yapıttaki olayların yaşandığı mekânları tanımak da, çeviri aşamasında çevirmenin dağarcığını geliştiren faktördür kuşkusuz. Çeviri süresinde çevirdiğiniz yapıt için hiç seyahat yaptınız mı? Evet, Paul Auster’ın New York Üçlemesi’ni çevirirken yazarla Brooklyn’deki çalışma odasında görüştüm, kendisiyle roman üzerine söyleşi yaptım. New York’u romanı okuyarak dolaştım. Yaptığım söyleşi ve romanın benim yaptığım çözümlemesi yazarı da şaşırtmıştı. Cumhuriyet kitapta ve Aşk Bir Şiddet Eylemidir adlı kitabımda bu söyleşi yayımlandı.

Yazarın hayatı hakkında bilgi, yapacağınız çeviride sizin için ne kadar önemli?
Yapıta göre değişir. Çok önemli de olabilir. Hiçbir önemi de olmayabilir. Metni, yazardan bağımsız düşünmek de mümkündür.

Çeviri yaparken herhangi bir kaynağa başvurma ihtiyacı duyuyor musunuz?
Elbette. Çeşitli sözlükler, thesaurus vb. Bunların yanı sıra eserin kültürel, tarihi açıdan anlaşılır olmasını sağlayan kitaplara da başvururum. Harita, şehir planı, efsaneler, masallardan alıntı vb. varsa o yapıtların tamamının daha önce nasıl çevrildiğini de bilmek gerek.

Çeviride Türkçenin yetersiz olduğunu düşünüyor musunuz?
Tabii ki hayır. Böyle bir aşağılık kompleksi içinde değilim. Belli kültürel farklılıklar dışında her dil tüm dünya yaşantılarına bir karşılık getirir, haliyle de o karşılıklar çeviride kullanılabilir. Türkçemiz, zengin bir dildir.

Sizce çevirmen kendi düşünce ve yorumlarını eserinde yansıtmalı mı, yoksa eseri sadece yazarın gözüyle mi aktarmalıdır? Diğer bir deyişle çeviride yazarın sesi mi, çevirmenin sesi mi duyulmalıdır?
Yazarın sesi duyulmalıdır. Çevirmen egosunu dizginlemeli, gösteriyi çalmaya girişmemelidir. Bir aktaran, taşıyıcı, aracı olduğunu unutmadan, esere asgari düzeyde ihanet etmeye gayret etmelidir.

Neden şiirler, hemen her zaman şairler ya da şair ruhlu çevirmenler tarafından çevrilmiştir? Şiir çevirisi düzyazı çevirisinden daha mı zordur, neden?
Çevirene göre değişir. Çevirmenler gerek bilgi birikimleri, gerekse bireysel tercihleri doğrultusunda şiir ya da düzyazı çevirmeye eğilimli olabilirler. Ben, kendimi şiir çevirirken daha mutlu hissediyorum. Şairliğim yüzünden de olabilir bu, şiir çevirilerimin daha iyi olduğunu sanmamdan da kaynaklanıyor olabilir.

Edebi çeviride de uzmanlaşma gerekiyor mu?
Evet, her alanda çevirmen uzmanlaşmaya gitmelidir ve en becerikli olduğu alanda at koşturmalıdır.

Çeviri yaklaşımınız metin türüne göre değişiyor mu?
Evet değişiyor. Çeviri yaklaşımını zaten metin türü belirler. Metnin türünü göz ardı etmek yanlış olur.
Bazı çevirmenler çevireceği kitaplara sevdalanırlarmış ve böylelikle çok daha nitelikli çeviriler ortaya çıkarmış. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Katılıyorum. Melville’in Katip Bartleby öyküsüne sevdalanmasaydım dördüncü çevirisini ben yapmalıyım mutlaka diye tutturmazdım. Sylvia Plath’ın Ariel şiirlerini de aynı sevda ile çevirdim.

Çeviri mesleğinin avantajları, dezavantajları nelerdir?
Avantajı, çevirmene dil ve kültür alanlarında çok şey öğretiyor ve kazandırıyor olmasıdır. Maddi kazanç başta olmak üzere birçok dezavantajı da vardır. Profesyonel çevirmen olmadıkça, ya da çok satan kitaplar çevirmedikçe çeviri işi para getirmeyen bir iştir memleketimizde. Tabii, eserin yazarının tanınması ama çevirmenini kimsenin bilmeyişi de dezavantajların en sıklıkla yaşananıdır. Paul Auster hayranı biri ile tanışmıştım bir gezide. Amerikan Kültürü ve Edebiyatı hocası olduğumu öğrenince, New York Üçlemesi’ni okuduğunu söylemişti. Birinci kitap Cam Kent ve üçüncü kitap Kilitli Oda’yı benim çevirdiğimi öğrenince de çok şaşırmıştı. Okuduğum birkaç kitabın çevirmeninin Asım Bezirci olduğunu, çevirmen ancak Sivas’ta Madımak Oteli’nde öldürüldükten sonra öğrenmiştim. Çeviri, başta çevirmenine hayırsızlık edebilir. Ariel’in ikinci baskısını yayımlamak isteyen ve hiçbir yabancı dil bilmeyen yayınevi sahibi, ben yeni bir sözleşme istediğim zaman, “Yeniden çevirmeyeceksiniz ki, taş atıp da kolunuz mu yoruluyor,” gibi bir karşılıkla emeğimi küçümseme cüretini de gösterebilmişti.

Ortak çeviri hakkında ne düşünüyor sunuz? Tek ve ortak çalışma arasında nasıl farklar olabilir? Bence usta bir editörden geçerse tek kişi çevirmiş gibi de görünebilir, fakat çoğunlukla daha iyi çevirmene düşüyor bu görev. O da kendi iyi çevirisine halel gelmemesi için gösterilen bir fedakârlıkla olabiliyor ancak. Üstelik, hayat boyu bu emek göz ardı edilip eser hep o ikisinin çevirisi olarak bilinebiliyor.

Aynı kitabın birden fazla çevirisinde farklılıklar sergilenmektedir, sizce bunun sebebi nedir?
Bilgi birikim farklılıkları, okuma hataları, dil ve kültürel bilgi eksiklikleri, çevirmen tercihleri ya da satış kaygıları etkili olabiliyor.

Sizce yazarın işi mi, çevirmenin işi mi zor, neden?
Elbette çevirmenin işi daha zordur çünkü yazar eserini çevrilebilsin diye yazmaz, ya da yazmamalıdır.

Yayınevlerinin sizden talepleri oluyor mu, bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Yayınevlerinin ya da bireylerin, örneğin tiyatro kumpanyalarının talepleri olabiliyor. Eseri okuduktan sonra çevirmezsem büyük bir hata olur diye bir karara varırsam çeviririm ancak. Profesyonel bir çevirmen değilim, yani ekmeğimi çeviriden kazanmıyorum, bu yüzden de eserin benimle önemli bir yaşam kaygısı ve dünyaya bakış açısında çakışmasını yeğlerim karar verirken.

Çevirilerinizde çalıştığınız yayınevinin yorumları var mı?
Nadiren de olsa, yapılıyor.

Çevirdiğiniz yapıtlardan ödül aldığınız oldu mu?
Bir çeviri öyküm ödül aldı Amerika’da. Onun dışında hiçbir çevirimi hiçbir çeviri ödülüne aday göstermedim ki ödül alsın. Ödül okuyucudan geliyor. Ariel çevirisini yaptıktan sonra başka bir çevirmenin benim çevirimi gördükten sonra kendi çevirisini yayımlatmamaya karar vermiş olması da bana göre bir ödüldür.

Çeviri eleştirileri yapıyor musunuz?
Evet, birçok yayınım var bu alanda da.

Çeviribilim alanında yapılan çalışmaları takip ediyor musunuz?
Eskiden daha çok takip ederdim. Artık rastlantısal olarak takip edebiliyorum.

Çeviri dışında uğraştığınız başka işleriniz var mı?
Evet yazarlık, öğretim üyeliği, sinema, müzik ve fotoğrafçılık.

Çeviri için yayınevlerinin verdiği süre yeterli mi?
Ben yavaş ve temkinli bir çevirmenim, bu yüzden de süre hiçbir zaman yeterli olmamıştır.

Sizce iyi bir çevirmen olmanın şartları neler?
Her iki dili de çok iyi bilmek; metne ihaneti asgari düzeyde tutmaya çalışmak; eserin başkasına ait olduğunu kabullenmek; satış kaygılarına burun kıvırmak vb.

Bağlı olduğunuz herhangi bir çeviri derneği var mı? Çevirmenlerin örgütlenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çevbir’in kurucu üyeleri arasında imzam var. Örgütlenmek şarttır.

Çevirmenler üniversitelerle ne kadar işbirliği içindeler? Sizce bu konuda neler yapılmalı?
Yeterli değil bence. Birleşerek üniversitelerle çeşitli projeler geliştirebilir çevirmenler. Tarihe yön verenler arasında çevirmenlerin önemi yadsınamayacak kadar büyüktür. Bu bilinirse, bütün kurumlar da iyi çevirmenlerin yolunu açmak üzere daha cömert davranmalıdırlar.

Hiç yorum yok: