Yüksel Pazarkaya

YAŞAMDA ÇEVİRİ OLMAYAN NE VAR?

Yüksel Pazarkaya

Octavio Paz’ın saptamasıdır. Baştan sona salt doğrudur. Yaşamda her şey çeviridir. Çeviri olmayan hiçbir şey yoktur.
Özgün dediğimiz metinler de, hangi dilde olursa olsun, baştan aşağı bir çeviri ürünüdür. Çeviri olmayan yapıt, ürün ve – en uca giderek söyleyeyim – yaratık yoktur.
Paz, çeviri işini ilk avazla başlatır. Ben, yaratılış söylencesiyle ya da gerçeğiyle – nasıl isterseniz, öyle görün – başlatıyorum. Tanrı’nın nefesinden mi yaratılmıştır ne var ne yoksa evrende? Öyleyse, ne var ne yoksa evrende, hepsi, her biri ayrı ayrı, Tanrı’nın nefesinden çevrilerek var olmuş, var kılınmış, taşa, toprağa, suya, ateşe, dala, yaprağa, çiçeğe, meyveye, ete, kemiğe, kana bürünmüş, yani Tanrı’nın nefesi bu oluşlara çevrilmiş, öylece canlı, cansız varlık olmuş. (Cansız varlık kavramı da bir yanlış, bir yanlış, ama dilde! Atomun yapısındaki koca evreni, onun süreğen devinisini düşününce, taş da canlıdır, toprak da.)
Tanrı’nın nefesi, size uymuyorsa, doğanın ilk özdeği, kara delik, ne isterseniz öyle bilin. Hepsi, çevrilerek, dönüştürülerek, kendi içinde dönüşerek, boyuttan boyuta, enerjiden enerjiye geçerek, bildiğimiz ve bilmediğimiz, gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi var eder. (Daha geriye gidip hiçliğin maddeye ve varlığa çevrilme işlemiyle – elbette tersinden, maddenin ve varlığın da hiçliğe – daha fazla karıştırmayayım.)
Ben okula giderken öğretilen maddenin üç durumu, sanıyorum bugün bilimsel olarak çoktan aşılmış, üç değil, belki otuz üç durumu söz konusu olmuştur. Demem, çeviri işi, yalnızca aynı durumlar ya da aynı ortamlar arası değil, ortamdan ortama, durumdan durumadır aynı zamanda ve de bu işin genelinde.
Her duyumsama, duygu, algılama, her düşünme bir çeviri edimidir. Süreçtir. (Süre karşılığı kullananlar var, üzülüyorum. Süre’nin suyu mu çıktı? Proses karşılığı burada.) Her anlak, bellek, zihin edimi, bir çeviri işlemidir. Her enerji, her güç bir çeviri sonucudur. Var olan her dil bir çeviri işlemidir. (Bahçede gördüğünüz dallı yapraklı gövdeli bitkiyi yazılı olarak dört harfe a-ğ-a-ç çevirirsiniz. Bunu bir de sese çevirirsiniz. Her dilde değişik harflere, değişik seslere çevirirsiniz. Bahçe deyince, o da bir çeviri. Her şey, her şey çeviri.)
Dilden dile aktarmanın dar sınırına hapsedemezsiniz çeviri işini. O en son iş. Ondan önce, her bir dilin kendisi, birer çeviri. Kaynak dil de çeviri, hedef dil de çeviri. Kısaca, dil denen olgu, çeviriden başka bir şey değil. Ve sözde aynı dil dediğimiz dilin, örneğin Türkçe’nin, sayısız çeşitlemeleri arasındaki ilişki, çeviri ilişkisidir. Aynı dili konuşurken, yazışırken, anlaşma çeviri yoluyladır.
Bunu kavrayınca, benimseyince, işimiz kolaylaşıyor. Özel bir iş yapmıyoruz. Bir oluş ilkesini uyguluyoruz. (Sırası gelmişken hemen söyleyeyim, şiir çevrilir mi, çevrilmez mi, gibisinden tartışmalar da bu bağlamda salt abesle iştigal.)

İnsanın Anlaksal Varlığı

Dil konusuna gelince, burada da kaba bir algılama içindeyiz. Bilim insanları değil, ama genelde insanlar dil olgusunu kendilerine özgü sanırlar. Hayvanlar alemini bir yana bırakıyorum. Her türün kendi dili olduğunu artık çocuklar da biliyor. Ama her bitki türünün, her su türünün, her ateş türünün, her rüzgâr türünün, her külte türünün, her taş, her toprak türünün dili olduğu kesin.[1]
Walter Benjamin, buna parmak basmış. Özellikle de insanın dili ile özü arasındaki ilişki üzerine düşünmüş. “Über die Sprache überhaupt und über die Sprache des Menschen” (Genel Olarak Dil Üzerine Ve İnsanın Dili Üzerine) başlıklı denemesinde bu ilişkiyi şöyle belirliyor:
“Der Mensch teilt sein eignes geistiges Wesen in seiner Sprache mit. Die Sprache des Menschen spricht aber in Worten. Der Mensch teilt also sein eignes geistiges Wesen (sofern es mitteilbar ist) mit, indem er alle anderen Dinge benennt. (…) – Das sprachliche Wesen des Menschen ist also, dass er die Dinge benennt.)[1] (İnsan, kendi anlaksal özünü dili ile iletir. İnsanın dili ama sözlerle konuşur. İnsan öyleyse kendi anlaksal özünü (iletilebilir olduğunca), bütün öbür şeyleri adlandırarak iletir. (…) – İnsanın dilsel özü öyleyse, şeyleri adlandırmasıdır.)
Benjamin’e göre, insan dilinin benzersiz özelliğidir bu. Şeylerle gizemli bir bağıntısı vardır. Bu bağıntı, özdeksel değildir, salt zihinseldir. Bunun da simgesi sestir.[1] (Susmak da, sessizlik de sestir, diye eklemek istiyorum. Adalet Ağaoğlu’nun kulakları çınlasın!)
Benjamin açısından bakınca, doğa kendisini yalnızca insanın bilinciyle iletir, yani doğa insan bilincinde çevrilir. Bunun da ortamı dildir. Kısaca, insan ile dili özdeştir. Dili olmadan insan olmaz. Dil, şeylerin, varlıkların, oluşların dilsel özünü iletiyor. Bu ileti, dilin kendisinden başka bir şey değil. Öyleyse, dil kendini iletiyor, diyor Benjamin.[1] Her dil kendini iletiyor. Her varlığın dili, onun anlaksal ya da zihinsel özünü ileten ortamdır.
“Der ununterbrochene Strom dieser Mitteilung fließt durch die ganze Natur vom niedersten Existierenden bis zum Menschen und vom Menschen zu Gott.”[1] (Bu iletimin kesiksiz akımı bütün doğa içinden, en ilkel varoluştan insana ve insandan Tanrı’ya geçer.)
Bunu belirledikten sonra, Benjamin saptamasını yapar: Yalnızca insan, evrensellik ve yoğunluk ölçütüyle en mükemmel dile sahiptir. İşte bu dil, yine tek dil olarak, söylenmezi bilmez. Bu dil, her şeyi söyler. Belki, Benjamin bununla benim vurgulamak istediğimi kastetmemiştir. Ama Benjamin’in görüşünden yola çıkarak, dil yalnız doğayı çevirmekle, söylemekle yetinmez, insanlar arasında, aynı dili konuşsalar da, insanın dilinin bilinen bilinmeyen çeşitlemelerinden her birini ayrı ayrı konuşsalar da, dilden dile iletimin sınırı ve engeli yoktur. İnsan, şeyleri adlandırdığı gibi, başka insanların sözlerini de adlandırabilir.
Benjamin, dillerin sayısız çokluğunu ve çeşitlemelerini de çeviri edimiyle açıklıyor. Ne denli çok çeviri, o denli çok dil, diyerek:
“Die Sprache der Dinge kann in die Sprache der Erkenntnis und des Namens nur in der Übersetzung eingehen – soviel Übersetzungen, soviel Sprachen, sobald nämlich der Mensch einmal aus dem paradiesischen Zustand, der nur eine Sprache kannte, gefallen ist.“[1] (Şeylerin dili, kavrayış ve ad diline yalnızca çeviride geçer – ne kadar çeviri, o kadar dil, yani insan bir kez yalnızca bir tek dil bilen cennet durumundan düşer düşmez.)
Bu bağlamda yakınmayı dilin en belirsiz, en baygın hali olarak tanımlar. Çeviri olan dil, yakınmayla yaralanır. Buna doğallıkla en başta yazınsal çeviri konusunda, bunun güçlüklerine, sözde olanaksızlığına ilişkin yakınma dahildir. Dilde ve diller arasındaki çekişme yakınmaya girmez. Dilin özünde vardır

Söylenen Söylenemeyen

Benjamin, dil içersinde söylenenle söylenebilenin söylenemeyen ve söylenmeyenle çekişmesi hüküm sürer, der. Bu, aynı zamanda edebiyatı, en başta da şiiri tanımlar.
Dil için, özellikle sanat dili için, en başta şiir dili için, söylenemeyen söz konusu değildir. İnsan, bildiği, gördüğü, algıladığı şeyi adlandırır. Hepimizin başına gelmiştir. Bir ağacın, bir çiçeğin, bir meyvenin, bir kuşun, bir suyun, bir tepenin adını bilememişizdir. Birisine danışırız. Ya ilk kez karşılaşmışızdır adını bilmediğimiz şeyle ya da ilgi, öğrenim ve uzmanlık alanımızın dışında kalan bir şeydir o. Bilgisi olan, uzmanı olan, o şeyin adını hemencecik söyler.
Bir de ilk kez keşfedilen ya da bilim, deney yoluyla bulunan bir şey olabilir. Bilinmeyen bir balık türü keşfedilmiştir. Bilinmeyen bir yıldız keşfedilmiştir. Yeni bir alaşım, bileşim ya da teknolojik ürün yaratılmıştır. Buna da ad verilir. Çoğunlukla bulan ya da keşfedenin adıyla adlandırılır.
İnsanın işi, özünün gereği, adlandırmak. Yaratıcı tözü buradadır. Onun için belki zorlanır, ama olanaksız değildir. Her şeyi adlandırır. Duyularıyla algıladığı, sezileriyle yakaladığı, duygularıyla yüzdüğü, düşgücüyle yarattığı… (Elbette eylemleri ve nitemleri de adlandırır.)

Dilden Dile

Sesi sese, çiziyi çiziye, harfi harfe, sözü söze çevirmek, bütünüyle bir çeviri süreci olan yaşam içinde, aslında aynı ortamın çeşitlemeleri (varyasyonları) arasında gelişen bir süreç olduğu için, belki en doğal, en kendinden olanıdır. Aynı dilin çeşitlemeleri arasında bu bazen, iki dil arasındaki çeviriden daha çetin olabilir. Yalnızca meslek ve toplumsal kesimler arasında ortaya çıkan iletişim engelleri değil söz konusu ya da eğitim düzeylerinden kaynaklanan. Siyasetçilerin birbirinin dilini anlayamamaları, eşlerin aynı şeyi söylerken bile, anlaşamamaları gibi özel durumlar da var. Bu durumlar saymakla bitmez.
Buna karşılık, bir dildeki (kaynak) yazınsal metnin öbür (hedef) dile çevrilmesi sırasında, deyim, söz, imge, benzetme tam tutmuş mu, tam oturmuş mu gibisinden sorular, aynı dilin bireysel, toplumsal kesim v.b. çeşitlemeleri arasındaki iletişim engelleri değin yüksek değildir.
John Updike, bir öyküsünde, dilin içinde doğasından var olan, garip, güçlü, tanımlanamaz ve yadsınamaz, çürütülemez gizemli yaşamdan söz eder. İşte dilin içindeki bu gizemli yaşamla her dili her dile, her şiiri her dile çevirmek yalnızca mümkün değil, aynı zamanda doğaldır.
Yazınsal çeviride başka bir sorun vardır. Örneğin, Rilke’yi Türkçe’ye çevirirken, sonuç Yüksel Pazarkaya mı olacak, yoksa Türkçe’de de Rilke kendisi kalabilecek mi? Yüksel Pazarkaya, kendisini geri çekebilecek, görünmez kılabilecek mi? Hiç ortada görünmeden, hiçbir beklentisi olmadan, Rilke’nin hizmetine girebilecek mi?
Çeviri, çeviridir. Kendine uyarlama değil! Çeviri, bir dilden başka bir dile aktarma, kaynak dildeki yazarı, hedef dilde de özgünlüğüyle var kılmadır. Çevirmenin, yazar olarak kendisini ortaya koyduğu, giderek öne çıkardığı durumlar, çevirinin uyarlama sınıfına girer ki, burada çeviren, yazara hizmetten kaçınmış, yazarı kendisine hizmet eder duruma sokmuştur. Yazar – hele yaşamıyorsa – buna müdahele edemez.
Bu noktada çevirinin erdem sorunu ortaya çıkar.


Ötekini Aşmak

Çeviri, ötekiyle kendi arasındaki yoldur, köprüdür. Çeviri olmadan bütün diller yabancıdır. Kendi dilimiz dahil. Bütün dil çeşitlemeleri birbirine yabancı gelir. Bunun için Benjamin, “alle Übersetzung nur eine irgendwie vorläufige Art ist, sich mit der Fremdheit der Sprachen auseinanderzusetzen“[1] (bütün çeviri, dillerin yabancılığını bir biçimde sorgulamanın şimdilik bir türüdür.) der.
Buradan çıkan sonuç, çeviri, dillerin yabancılığının görünüşte kaldığını, aslında böyle bir yabancılığın söz konusu olmadığını kanıtlar. Benjamin, bunu açıkça ifade ediyor. Çeviri sonuçta, dillerin birbirleriyle en içten ilişkisini ifade için elverir, dedikten sonra, şöyle diyor: “Jenes gedachte, innerste Verhältnis der Sprachen ist aber das einer eigentümlichen Konvergenz. Es besteht darin, dass die Sprachen einander nicht fremd, sondern a priori und von allen historischen Beziehungen abgesehen einander in dem verwandt sind, was sie sagen wollen.”[1] (Dillerin o düşünülen en içten ilişkisi, oysa özel bir yakınsılık ilişkisidir. O, dillerin birbirine yabancı değil, peşinen ve bütün tarihsel bağlantıların dışında, söylemek istediklerinde akraba olmalarında yatar.)
Çeviri, bu işleviyle dillerin demek istediklerinde en içten birbirleriyle akraba olduklarını bilene bilmeyene gösteren bir barış edimidir. Diller birbirine yabancı değildir, hangi dil olursa olsun, dilleri konuşanlar birbirlerine yabancı değildir. Daha ötesi en derinden, en içten birbiriyle akrabadır. Akrabalar arasında da çekişme olur, ama düşmanlık, kin ve savaş olmaz, olmamalıdır.
Çeviri, ben ile sen, öteki ile kendi arasındaki yapay sınırı ortadan kaldırır. Açıkça, bu sınırı koyanın, aslında kendi sorunu olduğunu gösterir. Friedrich Dürrenmatt’ın şu saptaması aynı sonuca varıyor: “Ja, wer ist der andere? Das bin ja immer nur ich selber.”[1] (Evet, kimdir öteki? Bu aslında hep yalnızca kendimim.)
Daha çarpıcı söylenebilir mi? Öteki, diyen, öteki diye bakan, ötekini horlayan, aslında kendisi ötekidir, kendi kendini horlar. Çeviren, kendini geri çekerek, kendi yerine çevirdiği ötekini koyarak, onu ben kılarak, bu ötekilikten sıyrılır ve öteki ile kendi arasındaki sınırı ortadan kaldırır. Çeviri, sınırları, duvarları ortadan kaldırır.
İşte çeviri dediğimiz edim, evrenin düzenindeki temel tasarımdır. Bu düzen içinde yer alan her şeyin, her varlığın, her türün birbirine yabancı değil, birbiriyle en içten, en derinden akraba olduğunun ifadesidir.
Yazın için söylersek: Çevirmen barış insanıdır. Ondan daha etkin barışçı da yoktur.

Gökçeada, Temmuz 2007

Hiç yorum yok: