Afşar Timuçin

Afşar Timuçin

ÇEVİRİ YANILTIR

İtalyanlar traduttore traditore derken bir bakıma konuyu abartmış da olsalar bir bakıma yerden göğe haklıdırlar. Çevirmen hain midir yoksa yalnızca yetersiz midir? Bir metni çevirmeye kalkmak o metne ihanet etmeyi göze almakla olur ancak. Durmadan çevirilerden yakınırız ama onlarsız da edemeyiz. Keşke birçok dil bilebilseydik, birçok yazıyı aslından okuyabilseydik. Yazık ki bu bir düş bile değil. Hele çoklarımızın dil öğrenme konusunda iyiden iyiye isteksiz ve hatta beceriksiz olduğunu düşününce böyle bir şeyin olası olmadığını anlamak zor değildir. Birbirine yakın diller var, o dilleri konuşan insanlar birkaç dil öğrenme işini daha kolay başarıyorlar. İngilizceyi bir Fransız mı yoksa ben mi kolay öğrenirim? Fransızcanın yapısıyla benim dilimin yapısı iyiden iyiye ayrıdır. Ne olursa olsun, dil öğrenmek dediğimiz iş dile kolay bir iştir. Bu yüzden çeviri bir zorunluluk olmaktan çıkamıyor.
Bir dilden bir dile çeviri yapabilmek için iki dili de eskilerin deyişiyle “bihakkın” bilmek gerekir. Böyle bir şeyin ancak çok özel koşullarda olası olabildiğini hepimiz biliriz. Bir tür iki dillilik gerekir bu iş için. İki dilli toplumlar vardır. Örneğin Kanada’da Québec toplumu iki dilliydi yıllar önce. Ben bunu gördüm ve yaşadım. Şimdi de öyle midir bilmiyorum. Montréal’de insanlar konuşurken bir dilden bir dile geçtiklerini sezmezlerdi bile. Fransızca onların anadiliydi. İngilizce de bir çeşit anadildi, ikinci bir anadildi. Kanadalı Fransızların gene de bu iki dili kullanarak çok iyi çeviri yapabilecek kimseler olduğunu söylemek hiç de kolay değil. Neden derseniz, bir dili konuşmak başkadır, onu bütün ince yanlarıyla bilmek başkadır. Biri çıkıp dört dil bildiğini söylediği zaman şu soru gelmez mi aklımıza: “Biliyorsun da ne kadar biliyorsun?”
Her şey bir yana bu çeviri işi bir sanattır. Tıpkı eğiticilik gibi çevirmenlik de bir sanattır. Eğitimin nice kuralı vardır, eğitimbilimciler bu kuralları anlatmakla bitiremezler. Ama sonunda eğitimin her şeyden önce bir sanat olduğunu söylemekten de geri kalmazlar. Çevirmenlik bir sanattır ama yaratıcı yanı görünmeyen bir sanattır. Biri çıkıp şöyle diyebilir: “Ne olmuş yani çevirmişse, çevirmek aktarmaktan başka bir şey midir?” Evet çevirmek aktarmaktan başka bir şeydir. Ancak onun aktarmaktan başka bir şey olduğunu görmek zordur. Altı üstü bir çeviridir işte. Altı üstü bir çeviridir ama hepimiz biliriz ki dil işi ince iştir, bir sözcüğü şuradan alıp şuraya koyduğunuzda anlam tepeden tırnağa değiştirmiş olursunuz. Konuşurken de öyle değil midir? Kimimiz gelişigüzel konuşuruz ama kimimiz sözcükleri özenle seçeriz, daha doğrusu özenle seçmeye alışmışızdır. Sözcükleri özenle seçtiğimiz içindir ki sözümüz etkili olur.
Çeviri işi birçok bakımdan bir uzmanlık sorunu ortaya koyar. Bir felsefe adamının gemicilikle ilgili bir metni doğru dürüst çevirebileceğine inanmak zordur. Bir kimyacının bir felsefe metnini doğruya yakın çevirebileceğini düşünmek de zordur. Ama özellikle bizim ülkemiz gibi ülkelerde her metnin uzmanını nereden bulacağız? Ayrıca uzmanlar çeviri işine çokça vakit ayırmak istemezler. Bir felsefe araştırmacısı ne diye kalksın da bir kitabı çevirsin. O çevirdiği parçaları elbette yaptığı araştırmalarında kullanır bir güzel ve ötesine karışmaz. Diyelim ki önemli ve orta büyüklükte bir kitabı çevirmek size düştü, bu kitabı çevirmek için harcayacağınız emek aynı büyüklükte bir kitabı yazmak için harcayacağınız emekten daha büyüktür. Bir kere varsa önceki çevirileri göz önünde tutacaksınız, ayrıca çevirmekte zorlandığınız yerleri bu işi sizin kadar hatta sizden iyi bilen birilerine danışacaksınız, sözlük karıştıracaksınız, bilgi yanlışı yapmayayım diye ansiklopedilere ya da el kitaplarına başvuracaksınız. Bu sizin belki de bir yılınızı alacak. Oysa siz bu işi yapmayıp kitap okusaydınız on kitap bitirirdiniz belki de.
Ben bu kitaba bir yılımı verdim diyerek yayımcınızın kapısını çaldığınızda o sizin söylediklerinizi duymazdan gelecektir. Belki de şöyle geçirir içinden: “Enayiliğine doyma! Sana kim dedi ince eleyip sık doku diye. Hazır daha önce yapılmış çevirileri de var. Ona göre yazıp çıksaydın bir güzel!” Size yayımcınız ne ödeyecek? Telife ne ödüyor ki çeviriye ne ödeyecek. “Al şu yüz lirayı, kalanı için yaza doğru gel!” Biri çıkıp da çevirinizin aslına uygun olup olmadığına bakar mı? Biri böyle bir külfete katlanıp çevirinizin uyarlılığıyla ya da uyarsızlığıyla ilgili bir yazı yazar mı? Olsa olsa biri kitabın ne olup ne olmadığını anlatan bir yazıya çevirinin de kötü olmadığını bildiren iki satır ekleyebilir ki bu iki satır da belli ki ezbere yazılmıştır. İnsanlar kitap okuma konusunda sarsılmaz tembelliklerini sürdürürken bir de sizin çevirinizin sağlıklı olup olmadığıyla mı uğraşacaklar.
Bu yüzden bu çeviri işini çok zaman her konuda çeviri yapabilen kişiler üstlenmişlerdir. Onlar yani çevirmenliği meslek edinenler ne yapsınlar, bir felsefe kitabını da, bir gemicilik kitabını da, bir romanı da, bir tarih kitabını da aynı iyi niyetle çevirirler. Hızlı çalışıp aza kanaat etmeyi bilen bu kimseler çeviri işinde epeyce sıkıntılar yaratırlar, görünür görünmez yanlışlar yaparlar. Uzmanı çevirmeyince ister istemez çeviriyi uzman olmayanlar yapacaktır. Kaç bilim adamı kendi alanında çeviri yapmayı göze almıştır? Hele insanların tembellikten döküldükleri ve iki satır bir şey yazmayı ölüm saydıkları ortamlarda bilim adamı çeviriyle falan uğraşmaz. Evet, çare yoktur, en önemli kitapları bile çevirsin diye uzman olmayan kişilere emanet etmek artık bir alışkanlık olmuştur.
Ben çeviri yapmaktan korkarım. Bu düpedüz yanlış yapma korkusudur? Fransızcayı “bihakkın” bildiğimi söyleyebilir miyim? Söyleyemem. O durumda çeviri işine kalkmak sıkıntılı iştir. Edebiyata başladığımız yıllarda Baudelaire’den ve Verlaine’den şiirler çevirmek pek hoşuma giderdi. Hele çeviriyi ölçülü uyaklı yapmak tam bir eğlenceydi benim için. Acemilik bu ya, çocukluk biraz da, birinde pek büyük bir yanlış yapmışım. Baudelaire’in bir şiirini çevirirken “iç” anlamına gelen “bois”yı “orman” diye anlamışım. Şiir bizim Yelken dergisinde yayımlanınca Sait Maden ağabeyimiz beni bütün inceliğiyle uyardı. Yerin dibine geçtim desem yalan olmaz. Şimdi öylesine katı bakmıyorum, kendim için de başkaları için de daha hoşgörülüyüm. Her zaman her konuda yanlış yapabilir insan. Ahlaki olmayan bütün yanlışlar hoşgörüyle karşılanması gereken yanlışlardır. Ahlaki olanlarına da yanlış adı az gelir.
Şiir çevirisi elbette daha çok su kaldırıyor. Zaten kaygan bir alanda çalışıyorsunuz, sözü öyle söyleyeceğinize böyle söyledinizse kıyamet mi kopar! Rahmetli A. Kadir ağabeyimizle yüzlerce şiir çevirdik vaktiyle. Çevirdiğimiz şiirler çok zaman makale havasında “devrimci” şiirlerdi, bu yüzden pek zorluk çekmiyorduk. Şiirlerin ham çevirisini ben yapıyordum, A. Kadir ağabeyimiz de bu ham çevirirleri olgunlaştırıyordu. Bir gün benden Aragon çevirmemi istedi. Yapamayacağımı söyledim. Aragon’un şiirleri bir başka dile aktarılabilir şeyler değildir. Fransızcanın bütün inceliklerini taşıyan bu şiirler çok zaman gerçeküstücü bir anlayışla yazıldıkları için okuyana binbir güçlük çıkaran şiirlerdir. Aragon’un şiiri çevrilmek için değildir. A.Kadir ağabeyimiz benim bu tutumum üzerine biraz burulmuştu, yapamam deyişimi belki de benim aşırı bir duyarlılığıma vermişti. Binlerce yıl sonra insanlık tek bir dil konuşursa çeviri diye bir sorun kalmayacak. Ama bugün çeviriye gereksinimimiz var. Bu arada çevirmenlerden biraz daha özenli olmalarını istemek yanlış olmaz sanırım. Bazı çevirilerde bir çala kalem yapılmışlık havası daha ilk satırda kendini gösteriyor. Biliyorum, kolay iş değil. Ben temel felsefe kitaplarının başka dillerdeki çevirilerinin de aksak yanları olduğunu gördüm. Leibniz’in bir kitabının belki de daha açıklayıcı olmak adına pek de uygun olmayan bir anlayışla ingilizceye çevrildiğini gördüm örneğin. Kınamıyorum, çünkü zor iştir. Bir çevirinin başarısı belki de yüzde şu kadardan çok yanlış yapılmamış olmasıyla belirgin olabilir. Çevirenlere gene de her koşulda teşekkür borcumuz var, insana ün, unvan, zenginlik kazandırmayan bir işi canla başla yapıyorlar.

Hiç yorum yok: