Sennur Sezer

Sennur SEZER

ÇEVİRMENLİK: BİR DİLE BİR HAYAT

Nedir çevirmenlik? Bence bir dile bütün yaşamını vermektir. Hangi dile mi? Çevirmen için anadiliyle çeviri yaptığı dil arasında hiçbir ayrım yoktur ki... O Can Yücel’in deyimiyle , “Türkçe söyler”. Ama çevirdiği dili de anadili gibi bilmeye çalışır. Ya da çevirdiği metnin asıl dilini gözden kaçırmaz. Her ayrıntının dahası her “küçücük anlam ayrıntısının” (nüansın) üstünde durur. İki anlamlı sözcüklerin nasıl çevrilebileceği için kafa yorar. Ve kimi zaman çevirisi öyle “isabetli” sözcüklerle gerçekleşir ki, yıllarca o çevirinin etkisi sürer. Bunu söylerken Aklımda elbet Dostoyevski’nin “Ezilenler”i var ve onun çevirmeni sevgili Nihal Yalaza Taluy. Romanın adı düz bir çeviriyle “tahkir ve tezlil edilenler”dir. Bugünkü dille “hakaret edilip, aşağılananlar”. Bu tamlamanın yerine “Ezilenler” öylesine oturmuştur ki roman hâlâ bu adla anılmaktadır. Şu anda roman yayımlanıyor mu, çevirmeni kim bilmiyorum. Ama yıllar önce romanı radyoya “Arkası Yarın” programına uyarlayan bir yazarın çevirmen olarak kendi adını anmayışına öyle incinmişti ki, Nihal Hanım, “Emeğimi görmekten geleceklerse o zaman romanın orijinal adını kullansalardı, Ezilenler adını ben buldum” deyivermişti.
İlk çevirisindeki adla tanınan romanlardan biri de Steinbeck’in Gazap Üzümleri’dir. Romandaki bir Eski Ahit cümlesinden alınan bu addaki (The Grapes of Wrath) “gazab”ı hiddet, öfke diye çevirmek artık olanaksız. Ama piyasa koşulları yüzünden değişen çevirmenler romanın ilk çevirmenine Rasih Güran (1915-1970) bir saygı selamı sunmayı düşünüyorlar mı acaba? Sanmam...Neyse ki Güran, William Faulkner’den yaptığı Ses ve Öfke’nin çevirisiyle hâlâ gündemde. İntihar etmeden bir süre önce Mehmet Seyda’ya 5 Eylül 1969’da gönderdiği mektupta bu kitaptan iç rahatlığıyla söz eder “… Üzerinde en çok çalıştığım ve biraz övünebileceğim çevirim Ses ve Öfke’dir İlk fırsatta bir Faulkner daha çevirmek isterim.”
Çevirilere ödenen komik ücretlerle bir süredir gevşeyen iş namusu yüzünden daha önceki çevirilerden yararlanmak ise neredeyse hak durumunda. ( Tüm telif ödemelerinden kurtulmuş/ muaf, Nuh dönemi çevirisi klasiklerin hayalet adlarla yayımlanmasına değinmek istemiyorum. Asıl çevirmenlerin sağlıklarında ne sefil ücretlere çeviri yaptıklarını bildiğimden bu tür bir kefen soyuculuğu için çenemi tutamamaktan korkarım.)
Çevirmenlerin çevirdikleri romanlardaki kimi cümleler, bir dize benzeri kazılmıştır belleğime: “Yalnızdı ama şehre yürüyen bir ordu gibiydi” .( Selahattin Hilav’ın Sartre’ın La Nausée / Bulantı çevirisinden).
Selahattin Hilav (1928-2005) denince onu tanıyanlar için Attila Tokatlı’yı (1934-1988) anımsamamak olanaksızdır. Tokatlı, Elsa Triolet’in , Le Cheval blanc’ını Beyaz At adıyla çevirdiğinde 1971 TDK Çeviri ödülünü kazanmış ama o bunalımlı havada Türk Dil Kurumu’nun hiçbir ödülü resmen açıklanmamıştı. Zaten o yıl ödül alanlar (biri de Fakir Baykurt ) sakıncalıydı. Atilla Tokatlı’nın o güne kadar yaptığı çevirilerdin birkaçı anımsandığında da : Bir Kızıl 'Barbar' (Mao Çe Tung'un ve Yakın Çin Tarihinin Romanı, Roy Mac Gregor-Hastie, 1969), Çimento (Gladkov, Nisan 1970 , 2. Baskı),.Foma (Maksim Gorki, Kasım 1970), Ölü Ordunun Generali (İsmail Kadare, Necdet Sander,’le , 1970) kimi yöneticilere göre hiç de “masum” değildir. Sol kültüre eğilimli olmanın suçluluğunu hep sürdürecektir: İlya Ehrenburg’dan Paris Düşerken, Ostrovsky’den Ve Çeliğe Su Verildi, Mayakovsky’den Trajedi, Stancu’dan Çingenem, Dido Sotiriyu’dan Benden Selam Söyle Anadolu'ya, B. Bhutan Benerci’den Bir Yoldur Uzar Gider (Pater Pançali) Henri Denis’ten Ekonomik Doktrinler Tarihi (1-2)... Çağdaş Diyalektiğin Kaynağı Hegel adlı incelemesi, hazırladığı Ansiklopedik Felsefe Sözlüğü, Uluslararası İlişkiler Tarihi, Sosyalist Kültür Ansiklopedisinin ilk 5 cildi....
Yönetmen ve senaryo yazarı da olan Atilla Tokatlı’nın şu anda piyasada kırka yakın çevirisi var ama hazırladığı kitaplardan biri “Eski Büyücülerden Çağdaş Darbecilere Gizli Örgütler” , şu günlerde galiba epey gözde. Ama benim için önemli başvuru kitaplarından biri Selahattin Hilav’la ortak imzasının bulunduğu Dünya Yazarları ve Eserleri Ansiklopedisi’dir.
Onların arkadaşlıklarını da vurgular bence.

Bir Türkçe’den İngilizce’ye Çeviri Anısı

Çeviri sözcüğünün bana anımsattığı kitap “Çeviri:Dillerin Dili”dir. Yazarı :Akşit Göktürk (1934 – 1988). Bu çeviri ve yazı ustası üstüne ayrı bir yazı gerekir. Ama Robinson Crusoe'nun Türkçedeki ilk tam çevirisiyle 1969 Türk Dil Kurumu (TDK) Çeviri Ödülü'nü kazandığını anımsatayım hiç olmazsa . Bana verdiği dil/çeviri dersini unutamıyorum. Hatırladıkça da bir yazar olarak utanıyorum.
Yıllar önce, sanırım yetmişlerin sonuna doğru, tam yılını anımsamıyorum, Akşit İngiliz Dili’nde kürsü başkanı Nebile Direkçigil de asistanı. Bir gün Nebile,yurtdışında yayımlanacak bir kadın antolojisi için benden de şiir çevirmek istediğini söyledi. Şiiri benim seçmem daha iyi olurmuş. Biraz İngilizce de bildiğimden , “birlikte de çalışabiliriz” ukalalığında bulundum hemen. Bana göre benden şiir çevirmek kolay iş. Nasılsa herkeslerin kabul ettiği gibi şiirlerim “düz ayak”. Ben “Yummadan Gözlerini “ adlı şiiri verdim Nebile’ye. O da çalışmaya başladı. Ben kurum kurum kurularak şiirimin aktarılışını seyrediyorum ki... Akşit geliverdi. Merhaba, nasılsın falan ardından ne yaptığımızı söyledim şöyle bir göz attı şiire. Sonra gülümseyerek “Kızım bu şiiri sen yazmadın mı?” diye sordu. “Nasıl kolay çevrilecek bu ?” Şiirim “Ben sevdamı sara sara büyüttüm/Yün bir yumaktı güve girdi” diye başlıyordu. Şiirin ikinci bölümündeyse “Ben sevdamı sara sara büyüttüm” dizesini “Haydi dön geri çilenin başına” dizesi izliyordu.. Akşit parmağını o dizenin üstüne koyup, “Çile yalnızca yün çilesi mi... Sen burda yaptığın göndermenin her dilde yapılabileceğini mi sanıyorsun? Dip notlu çeviri olur mu?” diye sıraladı itirazlarını. Kıpkırmızı oldum. Nebile’ye eğilip “Kolay gelsin” gibi bir şeyler geveleyip çıktım. Sonrasını
Bilmiyorum. Direkçigil’in o şiiri mi başka şiiri mi çevirdiğini de.
Nebile Direkçigil şimdi o kürsünün başkanı. Amerika'da Zenci Tiyatrosu seksenlerde yapılmış- yayımlanmış önemli bir araştırma-inceleme. David Herbert Lawrence’ın ,Klasik Amerikan Edebiyatı Üzerine İncelemeler’inin çevirisi 1996’da yayımlanmıştı . Öğreticilik mi engelliyor çeviri yapmasını bilemiyorum.
Her çevirmenin içinde bir yazar gizlidir. Çoğunlukla zaman bulup kendi kitaplarını yazamaz. Bunlardan biri olan Nihal Yeğinobalı’nın Bir Genç Kız Yetişiyor adlı çevirisi yaşamıma yön vermişti. Romanın asıl adı A Tree Grows in Brooklyn (Brooklyn’da Bir Ağaç Büyür ) yazarı Betty Smith. Yeğinobalı o çeviriyi yaptığında kendi de gencecik bir kızdı herhalde. Roman New York'un Brooklyn semtinde yaşayan Nolan ailesinin yaşamını anlatıyordu. Yaklaşık yarım yüzyıldır çeviri yapıyor. Kendi romanı Genç Kızları 1950’de çeviri bir roman gibi yayımlamıştı. Gerçeği çok sonra ikinci romanını yayımlarken açıkladı. Şimdi kendi romanlarına ağırlık verdi:Mazi Kalbimde Bir Yaradır,Genç Kızlar, Sitem , Belki Defne , Cumhuriyet Çocuğu (Anı), Gazel .
Bence kitap çevirmekten kendi kitaplarını yazmaya zaman bulamayanlardan biri Seçkin Selvi’dir. İlk çevirisini 1957'de yayımlayan Seçkin Selvi, bu yıl çevirmenliğinin 50. Yılında. Bugüne kadar 134 kitabı Türkçeye kazandıran Selvi, aynı zamanda tiyatro eleştirmeni ve eğitimcisi olarak da tanınır. William Saroyan'ın bir oyununu çevirerek başlayan Seçkin, dünya edebiyatının Isabel Allende, Paul Auster, Aldous Huxley benzeri pek çok önemli ismini dilimize kazandırdı. Çevirdiği kitaplardan bütün kuşakların hemen anımsayacağı bir başeser, Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı.
Çeviri Derneği, bu yıl 'Dünya Çeviri Günü' olan 30 Eylül’de daha önce Tahsin Yücel, Aykut Kazancıgil, Vedat Günyol, Gönül Suveren, Cevat Çapan ve Atila Tolun’a verdiği Onur Ödülü'ne bu yıl Seçkin Selvi'yi değer buldu.
Ne demiştim, çevirmenlik bir dile bütün bir yaşamı vermektir. Daha doğrusu çevirmen iki anadili olan ve bu dile tüm yaşamını veren biridir. Tanıdığı edebiyat ve kültür hazinelerini herkese tanıtmaya kararlı biri.
Bu yüzden Seçkin’i kutlarken her çevirmenimizin bu ödüle bir gün değer bulunacağına inanıyorum...

Hiç yorum yok: