Betül TARIMAN

Betül TARIMAN

ÇEVİRİ ÜZERİNE DEĞİNİLER

İster öykü, roman, ister şiir olsun, sanatsal bir metnin çevirisi, pek çok riski de beraberinde getirir. Çünkü anlamla birlikte, üslubun da çevrilmesi gerekir. Bu ayrılmaz bütünlük bir yana, metnin özgünlüğünün bozulmaması söz konusu olduğunda, durumun önemi daha bir anlaşılır. Fakat şiiri, öykü ya da diğer türlerden ayıran özellikleri şiir çevirilerine farklı bir bakış açısı getirilmesini zorunlu kılar. Çünkü bazı kuramcılar, şiir çevirmeyi yeniden şiir yazmak olarak kabul ederler. Bu anlamda bakıldığında Nurullah Ataç’ın şu sözleri akla gelebilir: (1) “ Her roman, her şiir, her şeyden önce bir sanat eseridir; onu başka bir dile çevirirken, o yeni dilde de bir sanat eseri olmasına çalışmak gerektir. Başka dilden tercüme ettiğiniz güzel bir cümle, sizin dilinizde tatsız bir şey olmuşsa, manaya istediğiniz kadar bağlanın, gene öze hayınlık etmiş olursunuz. Andre Suares, Musset için bir yazısına şöyle başlar: ‘ On l’aime toujours, parce pu’il a beaucoup aime’ Cenap Şahabettin bunu şöyle tercüme etmişti: “ Alfred de Musset’yi Fransa’da hala severler, çünkü o ömründe çok kadın sevmişti” Fransızca cümledeki İncil’e telmihi bir yana bırakalım, diyelim ki tercüme doğrudur; gene doğru değildir, çünkü Fransızca’nın o ahenkli cümlesi yerine Türkçe’de tatsız bir cümle konulmuş…” der. Nurullah Ataç’a Mallarme, Ahmet Haşim ve Robert Frost da katılırlar. Bu anlamda ısrarcı bir tavır sergileyen M.C. Anday, kendisi ile yapılan bir söyleşide şiirin çeviriye en çok direnen yazınsal tür olduğunu ifade ederek, ( 22 Temmuz 1988, Cumhuriyet Gazetesi) “ Şekli de korumak gerekir. İçerik elbette çok önemlidir, fakat dil, deyim gibi öteki öğeleri yok sayarsanız işin içinden çıkamazsınız. Biçemi korumak başta gelir. Her ozanın, her yazarın bir özel sesi vardır, bunu belirtmek gerekir.” der. Kendi dilinde bile açıklanmayan bir şey olarak ifade edilen şiirin başka bir dile çevrilmesinin, onun, o dilde yaşanılır kılınmaya çalışılmasının, mümkün olmadığıdır daha çok ifade ettikleri. Çünkü her şiirin anlatım biçimi, şairine özgüdür. Bu şiire ve şaire özgü durum bozulamaz. Çünkü şair, farkında olmadan çevirmene türlü tuzaklar kurmuş, karşısına aşamayacağı engeller koymuştur. Bu engeller daha çok, dilin kurgusu, benzetmeler, yaşadığı toplumsal ortam, şairin kişiliği, dilsel öğeler ve daha pek çok şeydir… Orhan Veli de bu türden tuzaklar kuran şairlerimizden biridir çevirmene. Orhan Veli’nin, “Eskiler Alıyorum” adlı şiirinin Talat Halman ve Murat Nemet- Nejat tarafından çevirileri bize bu anlamda örnek teşkil ederler. Yaratıcılıksa, evet yaratıcılıktır ama iç ses korunarak. Tüm bunlara karşın, belki de çevirmenin en zor işi, şairin iç sesini, çevirisinde duyumsatabilmesidir. Bu ne kadar yapılabilir? Yapılabilecek midir? Çeviri, yine o dildeki gibi hüzünlü sese bürünecek midir? Yoksa hüzün yerini düz, ruhsuz bir anlatıma mı bırakacaktır? Bir İngiliz ya da Türk’ün şiir ya da türkü, söylediği her ne idiyse başka bir dilde ruh bulacak mıdır? Çünkü hangi dilde konuşursak konuşalım, ya da düşünelim, işin içine çeviri girdi mi, insan duyarlılığı, yaratıcılık ön plana çıkmalıdır. Çıkmalıdır ki, çevrilmiş bir ürünü okuyan, onu özgün hali ile yazılmış gibi duyumsayabilsin ya da kendi dilinde yazılmış sanısına varabilsin. Şiir, nasıl ki her okumada, yeniden üretilen bir şeyse, özgün metnin de, tüm kapsam alanları ile birlikte, yeniden üretilmesi gerekir. Bu iş öylesine zor bir iştir ki, belki de bu nedenle, çevirmen, herhangi bir sanatsal metni çevirmeye oturduğu zaman, her şeyin ötesinde, iyi çeviri yapabilmenin yolunun, kendi dilini iyi bilmekten geçtiği gerçeğinden yola çıkarak, kendini, çözülmesi güç bir problemin karşısında bulur. Kimi kez kendi dilini iyi biliyor olmak da yetmeyebilir. İyi şiir çevirebilmek için, iyi şair olmak da gerektir. İyi şair olabilmek de, şiir bilgisine sahip olmaktan geçer. Bununla birlikte, farklı şair ve çevirmenlerce çevrilmiş, onca şiirden bazıları, daha çok ilgimizi çeker, bizi sarıp sarmalar. Bazıları ise bizi şiirden uzaklaştırır. İnsan nerdeyse bu tip şiirleri okuduğu zaman, bir daha şiirin yanına yöresine uğramaz olur. Bununla birlikte, kimi kez okur, çevirmen tarafından çevrilmiş güzel örneklerle de karşılaşabilir. Buna en güzel örnek Cemal Süreya’dır. Örneğin; Cemal Süreya, Apollinaire’in bir şiirine, “Bir Aşk Kırgının Şarkısı” adını koyarak Fransızca’dakinden çok daha güzel bir ad kazandırmıştır. Bu nedenle Apollinaire’nin “ Bir Aşk Kırgınının Şarkısı” adlı şiirinin adının, Süreya tarafından dilimize kazandırılmış en güzel ad olduğu söylenebilir. Tam da bu noktada çevirmenin geçtiği ya da geçeceği aşamalar akla gelebilir. İlk safha hazırlık safhasıdır. Şiirin ve şairin hayatının incelenmesi, ayrıntılara girilmesi gerekmektedir. Yaşadığı toplum ve aile yapısı bu noktada önemlidir. Burada onun hangi koşullarda ürün verdiği anlaşılabilir. Bu da ancak bu işe büyük zaman ayırmakla mümkün olabilir. Diğer safha ise özdeşleşme safhasıdır. Çevirmen bu safhada kendini şair ile özdeşleştirir. Onu anlamaya çalışır, bir çeşit duygusal bir bağ kurulur şair ile. Diğer bir safha ise yaratma sürecidir. Çevirmen şiiri yeniden yaratır adeta. Bunda şaire duyulan yakınlığın büyük etkisi vardır. Kimi kez, pek çok kuramcıya tehlikeliymiş gibi gelse de, şiir çevirmen tarafından yeniden üretilir. Diğer süreç ise eleştirel safhadır. Bunun içinse çevirmenin zamana ihtiyacı vardır. Bu daha çok, yazdıklarına tarafsızca dönüp bakabilmesi için ayrılmış bir zamandır. Çevirmen tam da bu noktada “ var olan şiirin anlamını ve sesini hedef dilin anlamı ile ve sesiyle karşılaştırır. Hedef dildeki çeviriyi, hedef dilin bakış açısından inceler, o dilde yazılmış gibi okunsun ister” Tüm bu anlatılanlardan yola çıkarak çevirmenin işinin zor olduğu anlaşılabilir. Sadakat ise vazgeçilmez bir unsurdur çevirmen açısından. Tabiî ki buna diğer unsurlarda eklenerek. Çünkü dilini iyi bilmek, o dile hayat vermek başka bir dile hayat vermekle doğru orantılıdır. Kimi kez de bazen, iyi çevirinin oku doğru yöne düşmez. Çünkü çevireni en çok üzen şeylerden biri de, iyi olduğuna inandığı, çevirdiği metnin, ilgi görmemiş olmasıdır. Hele ki yapılmış olan çeviri bir de toplumun genelini ilgilendiriyorsa… Çeviren, iyi yaptığına inandığı çevirinin, herkes tarafından okunmasını, yeniden ruh verdiği metnin, herkes tarafından bilinmesini ister. Bu gerçekleşmediği zamansa, hayal kırıklığına uğrar. Bazen bunun tam tersi de olur. Çevirmen, kötü bir çeviri yaptığını, söyleme yürekliliğini de gösterebilir. Hatta buna, Cemal Süreya güzel bir örnektir. Kendisi, diğer çevirmenler gibi tutucu davranmamış, beğenmediği çevirilerini, yeniden çevirme yürekliliğini göstermiştir. Ya da, Ataç örneğinde olduğu gibi “ Öyle sanıyorum ki “Seçme Yazılar” benim en iyi tercümelerimdir, elimden gelebilen ancak bu kadardır” deme alçakgönüllülüğünü…


1) Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği Sözden Söze YKY Deneme 2.baskı 1999

Hiç yorum yok: