SABRİ GÜRSES

SABRİ GÜRSES

BEDREDDİN CÖMERT: ÇEVİRMEN VE ÖLÜM

“Hacettepe Üniversitesi öğretim görevlisi, çe­şitli dergi ve gazetelerin sanat-yazın yazarı, seçici ku­rullar üyesi, eleştirmen, çevirmen, estetikçi, felsefeci, Sanatsevenler Derneği ve Türk Dil Kurumu üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, 11 Temmuz 1978 sabahı, Türk Dil Kuru­mu kurultayına giderken, faşist kurşunların tuzağına düşerek aramızdan ayrıldı. Geride, ölümün eşiğinden dönmüş bir kadın, Agostina Cömert; iki oğul, Ergun ile Ke­mal; ve ciltler dolusu yazı bıraktı.”[1]

Hasan Hüseyin, Bedreddin Cömert’in şiirlerini derlediği Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak adlı kitabın önsözünde böyle özetliyor 38 yıllık bir yaşamı. Türkiye’nin genç, aydın ölümlerinden biri – yolunu kesenlerin bilinip bulunamadığı, yarı yolda kalan bir hayat. Aynı kitabın önsözünde Bedreddin Cömert’in bir çevirmen oluşunun öyküsü de, mektuplarında, kendi dilinden yer alıyor. Cömert 1940 doğumlu, Sivas’ta lise eğitimini tamamladıktan sonra, bir burs alarak üniversite eğitimi için İtalya’ya gidiyor. 1963 yılında, İtalya’dan Hasan Hüseyin’e şöyle yazıyor:

“Bilsen ağabey o kadar yalnızım ki. Şu dört yılı da bitirip hemen dönmeyi düşünüyorum. Artık dayana­mıyorum. Her taraf, her şey ve herkes yabancı. Dille­rinden anlamak, onlara dille uymak bir şey ifade et­miyor. Kişi ancak yurdunda mutlu olabilir. Bu kanı­ya vardım ben. Sevdiğim kimselerden mektup geldik­çe anlatamam nasıl sevindiğimi.”[2]

1966 yılında İtalya’dan, Varlık dergisinin sahibi Yaşar Nabi Nayır’la mektuplaşıyorlar. Cömert, şiir ve yazı çevirilerini gönderiyor. Yaşar Nabi, ona dilini korumasını, kitap çevirisine yönelmesini öğütlüyor:

“Kısa şiir­lerinizde gösterdiğiniz başarıyı uzunlarında kaybedi­yorsunuz. İtalyan şiirinin tesiri altına girmemeye, ken­di havamızı kaybetmemeye çalışın. Ne diye kitap çevirisine vermiyorsunuz kendinizi, o da olgunlaştırır bir sanatçıyı. Vigorelli’nin konuşmasını memnuniyetle basarım. Özellikle fikir ve edebiyat özgürlüğü konusunu işlesin.”[3]

1968 yılında çeviri çalışmaları, Türkçeden İtalyancaya çeviri yapmak üzerinde yoğunlaşıyor; Hasan Hüseyin’in Kızılırmak adlı uzun şiirini İtalyancaya çevirmeye başlıyor:

“Bugün öğleden sonra, Nâzım'ın şiirlerini İtalyancaya çeviren kadının evine gideceğim. Adı Lussu. Senin Kızılırmak'ın çevrilip yayınlanması için. Pek zor bir iş olacak. (Yani çeviri zorluğu.) Sonra Lussu ile işbirliği yapmak istemiyordum. (...) Fakat başka çarem yok. Ben çeviririm. Fakat, bu işten anlıyan birinin bir süper vizyon yapması lâzım. Bu işe de en elverişli Lussu. Nâ­zım'ın gürlerinin öyle şâhâne çevirilerini yaptı ki, bü­tün sapmalara rağmen, daha iyisi yapılamazdı. Sonuç­tan seni haberdar ederim, Birkaç şiirini çevirdim. Kı­zılırmak pek çetin. Fakat, senin için, benim için, hepi­miz için bu çetinliği kırmak gerek. Kıracağım da.”[4]

Bir yıl sonra, çeviri yayına hazırlanmaktadır:

“Kızılırmak'ın çevirisini, bir iki sayfa hariç, bitir­miş bulunuyorum. Şimdi düzeltmeler için Lussu'da. Fakat, gördüğüme göre, Lussu'nun düzeltmeleri dilbilgisi ve sentaks düzeltmelerinden öte gitmiyor. Bunun için mutluyum. (...) özellikle, Türkçe gibi ön-ekten ve harf-ü-târiften yoksun, yani hal eklerinin sözcüklere perçinleme eklendiği, dolayısıyla şiir dili bakımından pek kıv­rak olan bir dilden, İtalyanca gibi mantıksal açıklığına, en matematiksel kurallarla kavuşturulmuş, dolayısıyla düz yazı niteliği artmış bir yeni-Latin diline yapılan çe­virilerde en çok beliren tehlike şiiri düzyazıda yitir­mek tehlikesidir. Birçok durumlarda ne yazık ki bunun önüne geçmek imkânsızdır. .. Bu çeviri bana bir şey öğretti. Her şeyden önce bir şiir ya­pıtına diri bir beyinle, fırıl fırıl bir muhakeme yetisiyle bakmanın gerekliliğini öğretti.”[5]

Çeviriyi teslim alan Hasan Hüseyin, İstanbul’dan Roma’ya yazıyor:

“Bu pazar günü Zeki ve Sümer'le buluştuk. Onlar İtalyancasını okudular, ben dinledim. Birkaç sayfa üzerinde anlam kayması bulunup bulunmadığını araştırdık -zaten önemli olan da buydu-; gerisine bakmağa lüzum germedik. Çünkü bu iş, sen buraya gelmeden halledilir gibi değil. Nasıl olsa geleceksin; geldiğinde bir-iki gü­nümüzü başbaşa geçirir, çeviri üzerinde çalışırız. Sanırım, en doğrusu da budur. Şiirde en küçük bir yanlış anlama, bütün yapıyı yıkabilir.”[6]

Bedrettin Cömert’in notları arasında şiir çevirisinde çevrilebilirliğin evrensellik anlamına gelmediği, yerelleştirmenin yanlış olduğu yolunda görüşler yer alıyor:

“Şiirin başka bir dile çevrilmeye direnişi, o şiirin özünün beyinselliğini, buluşlara, garipliklere dayanan çetrefilliğini gösterebileceği gibi, daha çok, o şiirin ken­di dilinde sahip olduğu şiirselliğinin aktarılmasındaki güçlüğü, şiirin bu kendine özgü niteliğinin kıskançlığı­nı gösterir.
Bir şiirin başka bir dile kolay çevrilebilmesi, onun özünün, vermek, iletmek istediği bildirinin evrenselliği anlamına kesinlikle gelmez. Bu bir ana nitelik sorunu­dur. Kimi şiir vardır, kolay çevrilmeye yatkın olacak biçimde kurulmuştur. Kimi şiir vardır, çevrilmemeye yatkın olarak doğmuştur. Ama, dikkat edin, aldanmayalım, kolay çevrilmeye yatkınlık hiçbir zaman tam çevrilmeye eğilim demek değildir.
Bu bakımdan, bir şiiri, ne başka bir dile kolay çev­riliyor diye evrensel saymaya, ne de, başka bir dile zor çevriliyor veya hiç çevrilemiyor diye boş saymaya hakkı­mız vardır. Şiir yargısında, evrensellik veya boşluk, şiir­sellik veya şiirselliğin yokluğu, yalnızca şiirin yaratıl­dığı dilde ve o dille ilgili olarak sözkonusudur. Çeviri üzerine, şiirle ilgili olarak konuşulamaz. Bunu en iyi, ozanların kendileri bilirler. Öyle dizeler, öyle söyleyiş bi­çimleri, öyle ses yaklaştıranları, çatıştırmaları vardır ki, ancak şiirin yaratıldığı dilde anlamları vardır. Ve bu an­lam, dizelerin kuruluşuna, yapısına, ses yaklaştırmaları­nın veya çatıştırmalarının niteliğine o denli bağlıdır ki, ancak şiirin yaratıldığı dilde algılanıp kavranabilir. Bu nedenle de, çoğu zaman bizde yapıldığı gibi, çevirince yozlaşan birçok güzel şiirleri, yerlileştirerek güzelleştir­mek, ona dışardan kimi özellikler katmak, göz boyamaktan başka bir şey değildir.”[7]

Bedrettin Cömert, ölmeden kısa bir süre önce, 1977 yılında, Ernst H. Gombrich’den yaptığı Sanatın Öyküsü çevirisiyle T.D.K. Çeviri Ödülü’nü aldı. Kitaba yazdığı çevirmen önsözü, aynı zamanda çeviri kararlarıyla ilgili kalıcı bir denemedir:

“Bizde hazırlanmış sözlüklerin çoğu, dilin diri gerçeğinden yansımış değerleri, hemen kullanılabilecek biçimde bir araya getiren yardımcı araçlar olama­maktadır henüz. .. Bunun içindir ki, sözlükten bulduğunuz an­lamları tümceye yerleştirdiğinizde, tek tek her sözcüğün anlamı bi­lindiği halde, tümcenin anlamını çıkarmakta güçlük çekersiniz. .. Sözlük hazırlayanların çoğu, sözcüğün anlamının açıklanmasını, onun karşılığıymış gibi koyarak, işin içinden kolayca sıyrılma yolunu seçmiştir, işte bu noktada çevirmenin felâketi başlıyor ve birçok durumda çareyi kendisi aramak zorunda kalıyor. .. Bilim adamları, genellikle, yabancı kaynaklı sözcükleri kullanmakta sa­kınca görmemişler; bilimsel çalışmalar, dil sorununu aydınlığa gö­türecek yerde, daha da katmerli bir çıkmaza sürüklemiştir. İşin gülünç yanı, önerilen yeni sözcükler, "uydurmacılık" gibi çok yoz bir savla, alaya bile alınabilmektedir. .. Öztürkçe yeni önerileri alaya almak zahmetsiz bir iştir, ama asıl kınanması gere­ken şey, insanın kendi diliyle bir bilim dalını işleyememesidir. Hiç bir dil, doğası gereği, şu veya bu bilim dalını anlatımda yetersiz değildir. Eğer böyle bir şeyin varlığı seziliyorsa, bu yetersizlik dilin doğasında değil, o dilin o alanda yeterince işlenmemiş oluşundadır. Bunun da sorumlusu, dilin kendisi değil, o dili anadili olarak kul­landıkları halde, onu kendi uzmanlık alanlarının gereklerine göre yoğurma zahmetine katlanamayan kolaycı, sığ kafalardır. Bu çeviride, dilbilimce anlaşılan Türkçe beğeniye özen gösteril­miş, her düşünce, elden geldiğince kendi dilimize göre verilmeye çalışılmıştır. Bir yandan, dilimizde yayımlanan ve yukarda yalnızca nesnel bir açıdan eksikliklerini belirttiğimiz, ama kendilerine her zaman borçlu kalacağımız sözlüklerdeki önerilerden yararlanılmış, öte yandan yeni kimi sözcükler türetilmiş veya varolanlara işleklik kazandırılmıştır. .. Bu yolla, yazı dili - konuşma dili çatış­masını da bir noktaya dek aşmaya çalıştığımız kanısındayız.”[8]

Cinayetin ardından “Bedrettin Cömert’in İtalyan eşi Maria Agostina, cinayet sonrasında süren tehditlere bir yıl dayanabildi” ve Türkiye’den oğulları Kemal ve Ergun Cömert’le birlikte ayrıldı.[9] Ünlü birtakım aşırı sağcıların adının geçtiği cinayet aydınlatılamadı. Hasan Hüseyin, Bedrettin Cömert’in çalışmalarını 1979-80 yıllarında bir dizi kitapta derledi (çevirileri Dili Dille Seviştirmek adlı kitapta yer aldı). Uzun yıllar yeniden yayımlanmadı kitaplar. 2007 yılında De Ki Yayınevi, “Bedreddin Cömert Kitapları” dizisinde çalışmalarını yeniden yayımladı. En ünlü çevirisi, yıllarca temel başvuru kitabı olmuş olan çeviri, Sanatın Öyküsü’yse artık onun adıyla değil, başka bir çeviriyle yayımlanıyor. Çevirmenin mirası yazarın mirasından daha zor korunuyor.


[1] Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak, Bedreddin Cömert, yay. haz. Hasan Hüseyin, Evrensel Yayınları, 1979.
[2] Age., s. 25 (15.03.1963).
[3] Age., s. 26 (20.04.1966).
[4] Age., s. 28 (17.12.1968).
[5] Age., s. 28 (03.02.1969).
[6] Age., s. 31 (16.07.1969).
[7] Age., s. 49-50.
[8] “Çevirenin Önsözü,” Sanatın Öyküsü, E.H. Gombrich, çev. Bedrettin Cömert, 3. bsm., 1986.
[9] “Bedrettin Cömert’in çocukları Türkiye’ye hiç dönmedi”, Hürriyet, 4.9.2005.

Hiç yorum yok: